Bayram tatil, tatil de gezmek demek. Havalar giderek soğuduğundan yazın son günlerini değerlendirmek istedik biz de… Bayramda bir yere gidince de bayram bayram gibi olmuyor aslında. Büyüklerin elleri öpülemiyor.
Annem bu sene tatile gidemedi Duru’yla haşır neşir olduğundan. 1 gün Kerpe’ye götürebilmiştik, o da günübirlikti zaten. Biraz dinlenmek, denizle içli dışlı olmak ona iyi gelecekti.
Aslında niyetimiz her yıl gittiğimiz Erikli’ye gitmekti bu sene de, ama cesaret edemedik. Soğuk olabilirdi. Ben daha önce Çeşme’de Kerasus Otel’i bulmuştum internetten, çok beğenmiştim. Ayasaranda Koyu’nda, özel plajı vardı. Gidenlerin yorumlarından da genellikle herkes memnun gözüküyordu, özellikle denizini anlata anlata bitiremiyorlardı.
Öyle olunca buraya gitmeye karar verdik, ablamlar da gelince cümbür cemaat bayramda Çeşme’deydik.
Yolculuk sakin geçti. Duru bu sefer kusmadı en azından. Daha sık mola verdik belki ondan ya da bizimki biraz daha büyüdü. Duru artık koltuğuna oturmuyor maalesef, ne yaptım ettiysem de çok fazla oyalayamıyorum onu koltuğunda, direkt kucağıma geliyor ve sonrası malum: Meme…
Nitekim yaklaşık 6 saat boyunca kucağımdaydı Duru. Uyuduğu zaman oturttum koltuğuna, orada güzelce uyudu. Uyanınca yine kucağıma geldi.
Sabah 5 gibi ablamlarla buluştuk, 2 araba peşpeşe gittik. Öğlen 2 gibi ordaydık. Çeşme’nin biraz dışındaydı otel, daracık bir yoldan kıvrıla kıvrıla giderek otele varılıyor.
Kerasus Otel kendi halinde, sakin, çoğunlukla çocuklu ailelerin tercih ettiği bir yer. Kaliteli insanlar var. Personeli acayip güleryüzlü. Bir yorumda “personelin sinirleri alınmış gibiydi” diye okumuştum, hakikaten doğruymuş. Hepsi o kadar güleryüzlüydü ki…
Otele varır varmaz bizimki derhal fıldırmaya başladı. Her yer yeniydi onun için, nereye gideceğini şaşırdı, o gittikçe ben de arkasından tintin ettim:)
Odalarımız ayarlandı, bizim odalar yan binadaymış. Apart odaydı, mutfak bile vardı içinde, bilsem Duru’nun tenceresini götürür yemek yapardım. Odalar vasattı ama manzara muhteşemdi. Karşımız Sakız Adası ve masmavi deniz… Zaten 3 güncük kalacaktık. Biz nerelerde kalmış adamlarız dedim kendi kendime, Bozcaada’da Notre Dame’ın Kamburu’nun otelinde bile kalmıştık, hikayesi biraz uzundur, anlatmayayım şimdi:)
Neyse hemen hazırlanıp aşağı indik, bir şeyler yedik. Bizimki orda kendine kedi buldu hemen, kovaladı durdu. İsmail Abi’ye de bir şımardı bir şımardı, poz yaptı aynen:)
Sonra denize indik. Allahım bu nasıl bir deniz… Akvaryum gibiydi, zaten mavi bayraklı. Yalnız sahil taşlıktı, ayaklarımızın altı delindi neredeyse. Denizin içi kumdu neyse ki.
Deniz soğuk olmasına rağmen bizimki hiç tereddüt etmedi girmekte. Pek bir eğlendi babasının kucağında.
Duru top görünce çıldırıyor. Bir çocukta bu topu görmüştü, çıldırdı tabii, hem kırmızı hem parlak. Teyzesinin içi rahat etmedi, otelin marketinde aynı toptan görünce aldı ona. İyi ki almış, Duru’dan çok bize yaradı, bize deniz topu oldu aynı zamanda:)
Duru’ya daha önceki tatile giderken bir havuz almıştık. Denizden çıkınca, o havuzu doldurup Duru’yu içine oturtuyorduk. O da keyifli keyifli oynuyordu içinde…
Duru kendi yaşıtlarıyla ilk defa bu kadar yakın oldu. Normalde de parka falan gidiyorduk ama orda pek oynayacak ortam olmuyordu. Burda sakin sakin oynarken bir bakıyoruz bir çocuk yanına geliyor, sonra bir başkası, bir başkası derken Duru ortada, diğer çocuklar onun etrafında, anaokulu gibi oldu bir ara ortalık…
Çocuklar çok tuhaf. Aynı oyuncaklardan kendisinde olsa bile başkasınınki daha cazip geliyor. Bizimki yan taraftaki ufaklığın oyuncaklarıyla, ufaklık da bizimkinin oyuncaklarıyla oynadı bir ara.
Arkadaşlarını da zaman zaman “cici” diye sevmeyi ihmal etmedi.
Yemekte, denizde, lobide hep bir arkadaş buldu kendine, daha doğrusu çoğunlukla onlar Duru’yu buldu.
Hatta bir tanesine öyle bir sarıldı, ayaklarını çocuğa öyle bir doladı ki ikisi birlikte düşüyordu neredeyse.
Yine üçüncü akşam yemekte bir çocuk buldu. Nasıl sevdi onu, gidip gidip göbeğine cici yaptı. Aynı abi sonra bizim yemek yediğimiz salona gelince başladılar kovalamaca oynamaya. Abi 4 yaşında, bizimki daha yavru. Ama performansı görülmeye değerdi:)
Abi odadan gidince çok mutsuz oldu. Aynı görevi ben, babası ve Emir yapmaya çalışsak da bizimle kovalamaca oynamak çok haz vermedi Durucuğa…
Otelde bir de minik çocuk parkı vardı. Akşam odaya dönmeden, gün batarken serin serin salıncağa bindirdik küçük hanımı.
Orda bir de dönence mi denir tam olarak bilemiyorum, hani eskiden bayramlarda, mahalle aralarında kurulan, çocukların bindiği dönen şeylerin modern versiyonundan vardı. Önünde emniyet kilidi yoktu ama Duru’yu bu geleneksel zevkten mahrum etmek olmazdı. İsmail Abi havludan derhal bir kilit sistemi yaptı. Duru, Emir, İsmail Abi hep birlikte dönenceye bindiler, onlar dönerken biz de seyrederken eğlendik…
Duru’nun yemek yemesi her tatilde olduğu gibi burda da olaylıydı. Etrafta o kadar çok ilgi çekici şey vardı ki onları bırakıp yemek yemek bir angarya gibi geliyordu ona. Mama sandalyesinde en fazla 5 dakika oturuyor, sonra hemen aşağı inip fıldırmak istiyordu. O fıldırırken ben de onun peşinde fıldırıyor, lokma elimde kuş besler gibi Duru’yu beslemeye çalışıyor, arada da çıldırıyordum haliyle… Bir ara baktım, ben bir taraftan, ablam öbür taraftan, annem diğer koldan Duru’yu beslemeye çalışıyoruz. Baktık oluru yok, en sonunda kendi haline bıraktık olayı…
Benim mesai sabah 7.30’da başlıyor, akşam 10-10.30 gibi nihayetleniyordu. Duru bu saatler boyunca hiç oturmuyordu, aradaki öğle uykusunu, küçük havuzunda durduğu dakikaları saymazsak. Öğlen saat 11 gibi huysuzlanıp plajda uyuyordu 1-2 saat. Öyle yoruluyordu ki ağzı açık uyumuş burda yavrum.
Adeta kimseyi istemiyordu, anne anne diye geliyordu peşimden. Tüm tatil koala pozisyonundaydık, sarmaştık yumuşacık. Bizimkiler biraz oyaladı da allahtan karnımı doyurup temel ihtiyaçlarımı karşılayabildim:)
Akşam yemekleri kalabalık oluyordu, bir tane ek salon vardı, kimse olmuyordu orda, rahatça yemeğimizi yedik. Bu resimde de Duru’yu zor zaptediyorum, indi inecek aşağı, sıkılmıştı, ordaki marketin camına gidip topları, oyuncakları seyretmek istiyordu.
Bir de merdiven çıkıp inmek acayip hoşuna gidiyordu. Ben diyeyim 20, siz deyin 30 kez 4-5 basamaklık merdiveni çıkıp çıkıp indik. Hem de bir ayağını bir basamağa atıp ötekini hemen bir üsttekine ata ata tırmanıyordu merdivenleri. Ordaki bir kadın bile acıdı bana, ben sizin kadar dayanıklı değilim dedi:)
Biz Duru’yu uyutmaya götürüyorduk saat 10 gibi. İsmail Abi, Serhan ve Emir de orda bilardo oynadılar akşamları. Biz odada dinlenirken onlar da kendi aralarında eğlenebildiler böylece.
İkinci gün teyzesi ona bir de araba şeklinde bot aldı ordan. Bizim daha önce aldığımız sarı botu hiç sevmemişti Duru. Bunun direksiyonu falan var diye nasıl olduysa minibüs şoförü edasıyla oturuverdi içine, epey bir durdu denizde…
Tatilin ikinci gecesi odamıza musallat olan hain bir sivrisinek kızımın bütün yüzünü ve kollarını yedi:( Neyse ki sabah kızımın öcünü aldım… Üstüne bir de düşünce minik danam benekli dana oldu:( Bu da profilden görünüşü. Öbür yanakta 4, alında da 1 ısırık daha var…
Duru denizde babasıyla aşk yaşadı yine. Ben de onları fotoğraflamakla görevlendirdim kendimi. Bizim hanımın fazla sabrı yoktu ama, benden birazcık ayrı kalınca basıyordu yaygarayı…
Dünya Basketbol Kupası şarkısı Duru’nun en sevdiği şarkılardan biri oldu. Onu nerde duysa hemen eller havaya vaziyetinde oynamaya başlıyor. Teyze de bunu görünce şarkıyı söyledi durdu, o söyledikçe Duru eller havada oynadı bir güzel. Birlikte pek bir eğlendiler.
Duru, ben ve annem sabah erken uyandığımızdan herkes uyurken yürüyüşe çıkıyorduk. Sabah serinliğinde, kuş seslerini dinleyip karabiber, palmiye, hatta sakız ağaçları içinden geçerek yürüyüş yapıyorduk.
Orda duran bir traktör Duru’nun çok ilgisini çekti nedense, her sabah uyanıp direkt onu görmeye götürüyordu beni. Hatta İstanbul’a dönünce de kitaptan traktörün resmini gösteriyor bana…
3 gün çabucak geçti. Son gün kahvaltı faslı, biraz deniz derken saat 2 gibi odadan çıktık. İzmir’in içinden geçerek yola koyulduk.
Yolda yine kucağımdaydı. Oturtamadım bir türlü. O kucağımda uyurken emniyet açısından ben de uyuyamadım. Dönüşte biraz feribot sırası bekledik. Sabah 3 gibi İstanbul’daydık.
Evimize geldiğimizde Duru uyandı. Merak ve sevinçle evi incelemeye başladı. Oyuncaklarını özlemiş. Biraz oynadı. Sonra “Bak şimi bunlar burda bizi beklesin, gel şimdi uyuyalım biraz” dedim, geldi kucağıma. Emzirdim, uyuttum.
Yattığımda “bitip okeye döndüğümü düşündüm” gibi sıradan ve soğuk bir espri yapmadan geçemeyeceğim:) Durumumu daha iyi anlatan başka bir soğuk espri bilmiyorum çünkü:) Her ne kadar yorulsam da Duru’yla, Serhan’la ve ailemle olmak çok iyi geldi bana.
Şimdi sırada Armutlu var. Duru’nun ikinci ziyareti olacak oraya. Geçen sene gittiğimizde daha 4 aylık falandı. Oralar da çok güzel. Bu sene daha iyi tadını çıkaracak inşallah, umarım hava iyi olur…