Eveeet, geldi geliyor derken bu seneki Armutlu gezimizi de tamamladık geçen hafta sonu. Hava pek bir naneydi. Cuma günü özellikle, kış kıyamet bastırınca, oraya gidip en kötü evde oturur, kuruyemiş, meyve yer içer, yatar yuvarlanırız hep beraber diye düşündük:)
Cuma akşamı annemi bıraktıktan sonra Sema Abla’yı aldık. O da bizimle gelecekti. Duru onu görünce pek bir keyiflendi, öyle ki o gece saat 1’de zor uyuttum.
Ertesi gün çanta, valiz, Duru’nun eşyaları, evin toparlanması derken çıkmamız saat 1’i buldu. Ben işlerimi hallederken Duru da halasıyla hasret giderdi. Hava da kötü olduğundan çok acele etmedik çıkmak için. Saat 1’de çıktık, normalde yol 3 saat sürüyormuş. Bizimki 6 saat sürdü, şaka gibiydi. Çok trafik vardı. Bir ara Sema Abla dönüp Duru’yla “Mayymun” diyerek şakalaşıyordu. O “mayymun” dedikçe bizimki de “Hadi ya” diye cevap veriyordu ona, çok güldük.
Neyse öyle böyle saat 7’yi geçerek Armutlu İhlas Evleri’ne vardık. Ben iner inmez asfaltı öptüm:) Ne de olsa 6 saattir yoldaydık beklenmedik bir şekilde. İyi olan, havanın biraz daha iyiye gidiyor olmasıydı.
Evde bizi sabırsız bir grup bekliyordu. Dedenin, babaannenin gözü yollarda kalmıştı. Bir de Mualla teyzemiz vardı. Duru onları görünce coştu da coştu, tüm numaralarını sergiledi. Dedeye her zamanki gibi ayrı bir ilgi gösterdi tabii. O gece de zor uyuttum, aklı içerde kalıyordu çünkü. En sonunda saat 12’ye doğru bütün ışıkları, televizyonu kapattık. Zar zor uyuttum, biraz da kızdım Duru’ya, başka çarem yoktu çünkü, öyle olunca çaresiz uyudu, sızdı daha doğrusu.
Ertesi sabaha hava günlük güneşlikti. Bizimki balkona çıkmak istiyordu sürekli. Kahvaltı bile yaptıramadım, sürekli eliyle dışarıyı işaret ediyordu. Kahvaltıdan sonra ben, Duru, Serhan ve Sema abla çıktık dışarı. Biraz yürüdük, parka götürdük onu. Sonra çarşıya gittik. Kuşları seyrettik.
Halası ona top aldı, onlarla oynadı. En önemlisi de Duru’dan ilk çiçeğimi aldım. Bir ara ben kahve molası vermişken babası da Duru’yu gezdiriyordu. Serhan sonradan anlatıyor. “Gel anneye çiçek götürelim” demiş, gitmişler kendi koparmış çiçeği, baktım “anneee” diyerek geliyor bana, elinde bir tane kadife çiçeği. Çok duygulandım, öptüm onu, kokladık çiçeği beraber. Saklıyorum, hep de saklayacağım…
Duru en sonunda yorgunluktan bitap düştü, arabasına oturttum, hiç itiraz etmedi. Bir baktım, bir süre sonra uyuyup kalmıştı.
Eve gittik, hâlâ uyuyordu, yatırdım, uyanmadı, o derece yorulmuş demek ki. yemek hazırlıklarına giriştik, çorba yaptım ona. Uyanınca azıcık içti. O kadar. Gerisini yolda yedirmek üzere yanıma aldım.
Babaanne ve dedesiyle biraz daha oynadıktan sonra saat 5’i geçerek dönüş yoluna çıktık. Yolda durduk, böğürtlen topladı Serhan’la Sema Abla. Benimkine de verdim azıcık, yüzünü buruşturdu. Erik, üzüm ve muzunu yedirdim. Güzel güzel koltuğunda oturdu. Sertab’ın “Rengarenk” şarkısı ve albümü eşliğinde yolculuğa devam ettik. Slow parçalarda hüzünleniyor, bakışları bile değişiyor.
İzmit’te mola verdik. Yemek yedik. Ona da çorbasını yedirmek için uğraştım epey. Bir yere gidince iştah falan kalmıyor çocukta, aç da… Önce patates kızartması yemek istedi. 2 gündür adam gibi bir şey yemiyordu, ben de kızdım ona yine. Gözümün içine baktı önce, sonra kuzu kuzu çorbasını bitirdi. Pipetle ayran da içti bir güzel. İçerde kelebek türü bir şey uçuyordu, onu takip etti heyecanla. Yemekten sonra kalktık. Arabada uyudu zaten, yol boyunca da uyanmadı. Uyuduğu için annemi alırken dedeye de uğrayamadık, hevesi kursağında kaldı adamcağızın.
Eve gittiğimizde üzerini ve kaç saattir değiştirmediğim şişmiş bezini değiştirdim. Yerine alırken uyanır gibi oldu, emzirdim, daldı hemen. Ben de valiz boşaltma vs. işlerimin başına döndüm.
Babaanne, dede ve hala, Mualla teyze, açık hava iyi geldi Duru’ya. Bu sene de Armutlu böylece geçti gitti…