Cumartesi öğleden sonra Polonezköy’e mangala gittik Esin’lerle. Her zamanki yere, adı Tarkan’ın yeri:) Tabii ki öyle değil, Tarkan’ın evinin karşısında, dere kenarında bir yer, adı Güzel Vadi Restoran.
Evden çıkmamız 3’ü buldu, tam saati, gidene kadar 4 oldu. Hava da daha serinlemişti.
Esin, Mert, Gökay, Hilal vardı. Bu sefer bizim yavruların arası daha iyiydi. Gökay bir kere Duru’nun yüzüne yumruk geçirse de olayı hafif atlattık. “Böyle yaparsan seninle oynamam” dedi Duru Gökay’a:)
Bir ara Hilal’le Duru’yu çimenlerde eğlerken at geldi, adı Cabbar. Pek sakin. Duru üzerine binmek istedi. Nasıl olur falan demeye kalmadan atın sahibi Duru’yla Hilal’i atın üzerine bindirdi. Sanki kırk yıllık biniciler, ne korku var ne bir şey. Ben ve Esin arkada, başta heyecanlansak da sonradan alıştık ve bu güzel manzaranın tadını çıkardık.
İkinci partiye Gökay da katıldı. Bu kez üçü bindiler, koala gibi birbirlerine sarıldılar:)
Onları seyretmek çok eğlenceliydi. Hele bir ara üçü birden şarkı söylemeye başladılar, oradaki aileler de dahil hepimiz onları gülerek izledik:)
Yemek faslından sonra biraz oyun, biraz bebeleri yukarda eğleme, salıncak, koşmaca falan derken saat geçti gitti…
Çaylarımızı da içtik. Kalkma vakti gelmişti.
Bugün bir şey daha anladım ki bebelerimiz bebelikten çıkmış da bizim haberimiz yok. Ve onlar çok cesaretliler. Yeter ki imkanlar tanınsın ve kısıtlanmasınlar. Korkmadan, çekinmeden, ağlanıp sızlanmadan neşeyle dolaştılar atın üzerinde.
Umarım hep de böyle olurlar…