Ne zaman geçti 2 sene, bu “zaman”a yetişmek mümkün değil azizim… Daha dün doğmuşlardı sanki… 27 Ekim 2006. Duru’yu da götürmüştük hastaneye. O zaman pusetindeydi daha, elbise giydirmiş, Esin ve yavruları için özenle süslemiştim. İlk kez “ikiz” bebek görecektim, hem de en yakınlarımdan birinin canlarıydı, Esin’in yavrularıydı… Gökay’ı ilk gördüğüm anda, onun ne kadar yakışıklı olduğunu ilk ben tespit etmiştim:) Hilal zaten pembe beyaz bir pamuktu. Miniciklerdi ikisi de, iki küçük mucizeydi…
Çabucak büyüyorlar, çocuk oldular iyice…
29 Ekim Cumartesi günü doğum günleri vardı. Bu doğum günleri çok garip oluyor, bütün sene bekliyor insan, sonra bir çırpıda geçip gidiveriyor. Telaştan, heyecandan hiçbir şey anlamıyor insan…
Neyse, Pelin aldı bizi. Gönlü zengin arkadaşım, Duru’yu da düşünüp onun için de bir hediye almış. Çok güzel bir telefon, Duru öyle kaptırdı ki kendini, her yere götürmek istiyor telefonunu. Pelin de Duru’nun öz teyzelerinden biridir benim gözümde…
İyi ki geldi, o arada ben toparlandım, Duru’yu giydirdim. Elimde lazımlık, çanta ve Duru zor olacaktı tek başıma gitmek, Pelin bizi toparlayıp götürdü.
Esin’lere gittiğimizde kimse yoktu henüz. Esin de yeni yeni hazırlanıyordu. Derken miniklerden ilki, Hilal geldi, çok şekerdi, prenses gibi olmuştu. Tacına ba-yıl-dım! Bol bol resmini çektim.
Sonra Gökay geldi, ya bu nasıl bir çocuk dedim durdum, tarifi yok, yaşamak lazım Gökay’ı:)
Bu kadar mı güzel olur iki çocuk da, maşallah…
İkisi hem çok iyi anlaşıyor hem arada birbiriyle takışıyor, tam kardeş ilişkisi. Birbirlerini öyle benimsemişler ki biri içeri gitse öbürü onu çağırıyor, hep yanında istiyor. Arada Gökay kızın saçını yoluyor, Hilal de Gökay’ı ısırıyor ama olsun:) Onlar kardeş, Gökay Hilal’in “paşa”sı, Hilal Gökay’ın “prenses”i, birbirlerine öyle hitap ediyorlar, çok komik:)
Neyse, Duru’ya gelelim. Bu sefer yabancılamadı neyse ki, korkmuştum yine ağlar diye. Kalabalık değildi biz gittiğimizde, onun da etkisi oldu. Ben bol bol fotoğraf çekerken çocuklar da oynuyordu ortada.
Esin çocuklar için minik hediyeler hazırlamış, minik parmak kuklaları, bir de parti düdükleri. Bir süre sonra hepsinin ağzında düdük, öylece dolandılar ortada, bizimki önce yapamadı. Sonra o da kıvırdı işi, hep birlikte “öttürdüler”:)
Yavaştan misafirler gelmeye başladı, o arada beslenme işini hallettik, özellikle dolma ve börekler nefisti, kendimizi alamadık Duru’yla.
Sonra müzik çaldı, hep birlikte oynamaya başladılar. Minik bir misafir daha vardı, Doruk, o da dünya tatlısı. Böyle olunca 4 çocuk 4 döndüler evin içinde:)
Bir ara Duru ve Hilal birbirlerini böyle sevdiler işte, ne kadar şirinler…
Sıra hediye açma faslına gelmişti. Her hediye açıldığında Durucuk bana bakarak “Benim bu” deyip durdu, ben de doğrucubaşı ya, “Yok kızım bu Hilal’in, bu Gökay’ın” deyip durdum. En son zıplayan kurbağada çok ısrar edince “tamam senin ama Gökay’a biraz ödünç verir misin oynasın” dedim, o da tamam dedi:) Duru’nun bu huyunu çok seviyorum. Sırayla oynadılar… Gökay Duru’ya çok nazik davranıyor zaten, tam bir centilmen gibi:) Bakınız:)
İkizlerin pastası muhteşemdi. İlker Hanım yine konuşturmuş sanatını, figürler harikaydı gerçekten. Duru da pasta kesilirken ikizlerin yanında baş köşedeydi.
Ben, fotoğrafçı başı olarak görevlendirildiğimden hiçbir kareyi kaçırmamakla meşguldüm:) O kadar fotoğraf çektim ki sol gözüm kasılmaktan tiklendi neredeyse:))
Bu da o güzel pasta işte…
Pasta da kesildi, yenildi, içildi… Mert’in anne ve babasının 58. evlilik yıldönümleriydi, onlar için de bir pasta kesildi, çok duygulandık hepimiz…
Saatler geçtikçe çocuklar iyice yoruluyordu. Duru da hiç uyumamıştı, ona rağmen iyi performans sergiledi, hiç üzmedi beni. Serhan da toplantıdan çıkıp gelmişti. Erkek grubu üst katta oturdu çoğunlukla. Duru aklına estikçe babasını çağırdı aşağıya, en son yorulmuş olacak ki babasının kucağında epeyce oturdu sakin sakin.
Akşam Mert’in abisi ve yengesi de geldiler, aynı zamanda Duru’nun doktorları da oluyorlar. Duru’ya söyleyince “Hayıır, gelmesin onlar” dedi:) Onlar içerde otururken hiç gitmedi yanlarına, antrede merdivenlerde oturduk, yemek yedi epeyce, sanırım korku belasına ya da heyecandan iştahı açıldı bilmiyorum, ama yemeğin tadı gerçekten enfesti, bence ağzının tadını biliyor bu çocuk…
Duru’yu eve gitmek için zor ikna ettik. Çocuklar yatmıştı, onlar da uyumakta epey zorlandılar.
9 gibi kalktık. Evde de dolandı biraz Duru, yorulmuş yere yattı bir süre. Sonra uyudu…
Bir doğum günü daha geçti. Eğlendik, çocukları seyretsek o bile yetiyor insana. Hepsi ayrı alem zaten.
Güzel prenses Hilal, yakışıklı paşa Gökay… Çok yaşasınlar ikisi de ve aralarındaki bu bağ ve kardeşlik ilişkisi hep artarak var olsun…