Topak, minik adam da 1 yaşına girdi…
Sağlıkla, güzellikle, sevgiyle nice yaşları olsun…
Cumartesi akşamı Ali Deniz’in doğum günü kutlaması için Emine’lerdeydik. Konseptimiz “araba” idi. Birkaç gün öncesinden ufak hazırlıklarımız oldu Emine’yle, Seher yardım etti bize sağ olsun…
Cumartesi günü ben de poğaça yaptım. Ali Deniz’in pastasını, Duru’nun iki yıldır pastasını hazırlayan İlker Hanım yaptı. Görünüşü süperdi, karşıya teslimat biraz teferruat gerektirdiğinden pasta bize geldi.
Akşam hazırlıklarımızı tamamlayıp saat tam 6’da pasta da gelince evden çıkma vaktimiz de gelmişti.
Biraz giyinme ve hazırlanma aşamasından bahsetmem gerek size…
Duru’yu giydirdim güzelce. Etek giymek istedi. Ben de öyle yaptım. Harika görünüyordu.
Sıra bana geldi. Her zamanki afeminen tarzımla giyinmeye çalışırken gömlek giyme aşamasında yaygarayı kopardı Duru. O babanın gömleğiymiş, ben onu giymeyecekmişim, ayrıca pantolon değil etek giyecekmişim. Bak bak sen şu minik hanfendüyeee:) Güler misin, kızar mısın, ağlar mısın? O öyle perişan olunca ben de çaresiz etek ve üzerine şık ve sade bir kazak giymeyi tercih ettim. Giydikten sonra Duru’ya beğendin mi diye sordum. Baktı baktı, memnun bir şekilde “Kadına benzedin” dedi:) Şaştım kaldım…
Makyaj yapmaya sıra geldi. “Ben biraz makyaj yapayım da kadına benzeyeyim” dedim Duru’ya. Bu sefer “kadına benzeme, anneye benze” dedi. Kendimi buldum onun bu sözleriyle:)
Gitmeden önce montlarımızı dolaptan alırken Duru beyaz ayakkabısını gördü ve onu giymek istediğini söyledi.
Böyle ufak yollu şoklar yaşadıktan sonra eteğim, hafif makyajım, siyah çoraplarım, poğaçalarım, lazımlıklı çantam, pasta, yıldızlı beyaz ayakkabılı Duru ve kocamla Osmaniye yollarına düştük…
Saat 7 gibi oradaydık herhalde.
Bir sürü çocuk da vardı içerde. Melih’in yeğeni Çınar ve Emine’nin yeğeni Defne’yle kısa bir süre oynadı, genellikle abi ve ablalarla oynamayı seviyor:(
Babaanne ve hala da sonradan oraya geldiler.
Gitmeden Güneş’i sayıklıyordu. Güneş de Güneş, Güneş de Güneş… Ebrular gelmemişti henüz. Diğer çocuklarla çok fazla iletişimi olmadı. Güneş gelince dünyalar onun oldu, kan çekiyor herhalde:)
Minik topak adam Ali Deniz ise formundaydı. Hiç huysuzluk yapmadı. Çok da yakışıklı olmuştu. Önce yabancıladı bizi, kaşlarını çatarak baktı. Sonra alıştı. Hatta bir ara baktım, kollarıyla bana uzanıyor onu kucağıma almam için… Duru bundan hiç hoşnut olmadı, birkaç kez Ali Deniz’i kucağımdan indirmek zorunda kaldım bu yüzden.
Burada pasta kesilirken Defne’yle etrafı kolaçan ediyorlar:)
Ben pasta servisi yaparken Duru’yu halası ve Güneş beslediler iki koldan. Bol bol dolma yedi, her şey çok çoktu ve lezzetliydi. Yapanların ellerine sağlık…
Çok kalabalıktı yalnız. Herhalde 30 kişi vardı, 15 kişilik pastanın yarısı bu kalabalığa rağmen arttı.
Duru da formundaydı. Selçuk’un “Eteğin ne kadar güzel” dediğindeki hal ve hareketini hiç unutmayacağım. Duru’nun havası bir değişti ki görmeniz lazımdı… Kime çekti bu çocuk, bu endam, bu hava… Ne ben ne babası öyleyiz, herhalde teyzeye çekmiş bizim bebenin bu yönü…
Saat 11’e doğru kalktık. Birazcık hasta olduğumdan, biraz da Duru’nun kıskançlık krizleri yüzünden minik adamımı öpemeden, doğru dürüst sevemeden evin yolunu tuttuk.
Babaanne ve halayı evlerine bıraktık önce. Duru halasını da götürmek istedi.
Yolda da sızıverdi…
Mutlu ve sağlıklı ol Ali Deniz, sevdiklerin hep etrafında olsun… Bir dahaki görüşmemizde kaşlarını çatma artık bana, ben senin Pınar tiyzenim:)